İnsanlık tarihinde yeni sayfalar açılmasına yol açan teknolojik araçlar ilerlemeyi sağlayıp hayatın kolaylaşmasına yardımcı olan unsurlardandır. Yapılan her yeni icadın insan denen canlının yapmış olduğu bir işi daha da kolaylaştırarak refah seviyesini biraz daha yükselttiği gözlenir. Gelişen teknolojinin insan hayatına sunduğu olumlu artılar gibi yaşantısından da götürdüğü durumlar mevcuttur. İnsanın yaşamına yeni herhangi bir şey girdiğinde bunun artıları ve eksileri ile değerlendirilmesi oluşacak tablonun daha gerçekçi olarak yorumlanmasını sağlar. Yaşama getirdiği bir iki artı özellikten bahsedilerek ‘Ne kadarda faydalı!’ diye değerlendirmek ve yaşamda yer edinmesinde ölçülü olmamak yaşantımıza getireceği eksileri görmemizi engeller. Hayata dahil edilen teknolojik aletin, aletlerin iki artı özelliğine bakıp beş eksi özelliğini görmemek eksik bir değerlendirme olur. Bu yanlış değerlendirmeler sonucu sınırsız ve orantısız bir şekilde kullanılmaya başlanılan cep telefonu, internet, televizyon… Zamanla insanın yaşam dünyasındaki biyolojisine, sosyolojisine, psikolojisine olumsuz etki etmeye başlar. Yaydığı zararlı unsurlarla biyolojik hastalıklara, kontrolsüz kullanım sonucu çevreyle temasın kopup yalnızlaşmasına, ruhu besleyemeyerek mana boşluğuna düşülmesine neden olur. Teknolojik aletlerin hayata kattığı olumlu özellikler(artılar) fazlaysa insanın yaşantısına olumlu anlamda farklılık katarken negatif özellikler fazlaysa, bu katılan özellikler olumsuza doğru sürüklenmeye neden olur.
Yaşama dahil ettiğimiz canlı ya da cansız her malzemenin insanın yaşam dünyasına iyi veya kötü olarak yansıyan bir yanı vardır. Geçmiş konularımızda insanın kendini tanıma konusundan bahsederken biyolojik-sosyolojik-psikolojik bir canlı olduğuna değinmiştik. Bu tanımın içerisinde en önemli ve en etkilenmeye açık alanı oluşturacak olan yanın psikolojik özelliği olduğunu görürüz. İnsan çevreden etkilendiği için psikolojik özelliği önem taşır. Sahip olduğu bu özelliği onun ne oranda etkileneceğini belirler. Sahip olunan kişilik özellikleri yeteri düzeyde gelişme göstermişse, parçalar sağlıklı olarak bir araya gelmişse etkilenmeler zararlı düzeyde gerçekleşmez. Fakat parçalar arası bir dengesizlik varsa bağımlılığa, kötü kullanıma bir yatkınlık varsa o zamanda etkilenmelerin boyutu tahmin edilenden daha büyük düzeyde gerçekleşir. Yaşam dünyamıza yer edindirdiğimiz her teknolojik üründen etkilenen bir canlı olduğumuzdan yaşamda yer edinen her ürün hayat yolculuğumuzun kalitesini bir şekilde etkiler. Bunun ne düzeyde olduğunu aslında sahip olduğumuz kişilik özellikleriyle biz belirleriz.
İnsan hayatına giren teknolojik ürünler üzerine yapılan araştırmalara baktığımızda insanın biyolojik yapısına zarar verdiği ile ilgili sonuçlarla karşılaşırız. ‘Televizyonun ışınları kanser yapıyor. Cep telefonları beyni etkiliyor. Kablosuz internet şu rahatsızlığa neden oluyor…’ tarzında birçok haber çıkar karşımıza. Bazı araştırmalar tamamen insan biyolojisine verdiği zararlara değinerek çoğu teknolojik aletlerin insanı hareketsiz bıraktığı ve bunun sonucunda da;
• Kas ve iskelet sisteminin zayıflaması,
• Kalp damar rahatsızlıklarının oluşması,
• Duruş bozukluklarının meydana gelmesi,
• Bağışıklık sisteminin zayıflaması,
• Karaciğer yağlanması ve obeziteye neden olma,
• Çabuk karar alma ve hareket kısıtlığına neden olduğu ile ilgili sonuçlara
ulaşılır. Bir anlamda dengeli bir şekilde kullanılmayan teknolojik aletler insanın kendi bedenine sıktığı kurşun gibi biyolojik zararlara, felaketlere davetiye çıkarıyor. Acaba verilen bu zararlar sadece bedensel boyutta mı kalıyor? İnsanın ruh sağlığını ve hissiyatını etkileme boyutunda zararlar oluşturuyor mu?
İnsan bedenine yerleşen her olumsuzluğun bedensel sistemdeki düzeni bozması gibi psikolojik yapıdaki düzeni de bozduğu bilinmektedir. Karşılaşılan her biyolojik rahatsızlığın insan kişiliğine, ruhuna yansıyan bir yanı vardır. Orantısız bir şekilde kullanılan teknolojik ürünlerin (cep telefonu-internet, televizyon…) bu noktada görünmeyen zararları ortaya çıkıyor. İnsana verilen zararlar görülen ve görülmeyen şeklinde sınıflanırsa görünen zararlar bedene etki ederken, görünmeyen zararlarda ruhsal yapıya etki etmektedir. Bu durum bir zaman sonra bazı ruhsal sorunların ortaya çıkabileceği ortamları hazırlamaktadır.
İnternet, televizyon, cep telefonu… Gibi manyetik bir etkiye sahip tüm aletler sahip olduğu özelliklerden dolayı çevresini bir şekilde etkilemektedir. Çevrede bulunan ve tıkır tıkır işleyen düzenin bozulmasına etki etmektedir. Bu işleyen düzeni bozulan insan olabildiği gibi diğer canlılar da olabilmektedir.
Verilen zararları insandan çevreye doğru sıralayacak olursak merkezde insan yer alır. En büyük olumsuz etkiyi insan yaşar. Bu olumsuzluklar manyetik etkiye maruz kalmayla başlayarak hayatın ritminin bozulmasına kadar kendini gösterir. Bunun yanında manyetik alanın verdiği zararın ötesinde insan televizyon, internet başındayken gelen mesajlarla hayatını farklı bir yöne taşıma girişiminde bulunur. Görerek etkilenir, hayatına taşıyarak yaşamak ister. Sanal alemde insan bedeni olmadan tüm dünyayı gezebilmekte; filmlerde, dizilerde zaman kısalmakta her şey bir anda oluvermektedir. Bunları gören insan da aynı şeyleri arzulamakta az zamanda çok iş yapmaya çalışmaktadır. İzlenilen 1,5 – 2 saatlik bir sinema filminde insan doğuyor, büyüyor ve ölüyor. Adeta hızlı yaşa ve hızlı yap mesajı verilerek insanların yaşamsal ritimleri dışına çıkma, sabırsız olma duygusu aşılanıyor. Böylesi durumlarda kişiliği ve ruhu besleyemeyen insan bir müddet sonra o izlediği dünyanın bir üyesi haline geliveriyor. Sabır özelliğini kaybederek dinlemeyi rafa kaldırıyor. Yardımlaşmayı evde bırakıyor. Hırsla daha da içine girmeye çabalıyor.
Nicholas Carr isimli yazar “Çığlıklar” isimli kitabında bir tespitte bulunup diyor ki; “Bilgisayar teknolojileriyle birlikte zihnimiz her türlü olayı en hızlı bir şekilde almaya programlanıyor. Dolayısıyla bu bilgisayar teknolojisiyle internette çok fazla haşır- neşir olan insanlar bir süre sonra artık bir konuyu uzun uzadıya inceleyecek sabrı göstermemeye başlıyor. Çünkü bazı bilgileri çok hızlı bir şekilde alıyor, fakat onu da dikkatlerinde çok uzun süre tutamıyor.” Bu tespitten çıkarılabilecek sonuç bilgisayar ve televizyon insanın hamurunda bulunan sabrı öldürüyor. Sabrın ölmesi demek başkalarını dinleyememe, okuma alışkanlığı geliştirmeme ve okumaktan zevk almama, dikkat etmeme şeklinde kendini gösteriyor. Sabrın öldüğü yerde acelecilik vardır. Mükemmelliyetçilik vardır. Dünya işlerinin peşine yoğun bir şekilde düşme vardır. Aceleci bir şekilde peşine düşülen her iş insanın ruhuyla olan bağı zayıflatır. Bu konuda Afrikalıların bir hikâyesi vardır. Zamanın birinde beyaz adamlarla Afrikalılar beraber yürüyorlar. (Afrikalılar kendi dışındakilere beyaz adam diye hitap ederler.) Afrikalılar beyaz adamların yüklerini taşıyor. Bir müddet gittikten sonra dinlenmek istiyorlar. Haliyle beyaz adamlar hızlı yürüdüklerinden Afrikalılar onlara ayak uyduralım derken yoruluyorlar. Beyaz adamlar Afrikalılara kızarak “Daha yeni yola çıktık bu ne dinlenmesi!” diyorlar. Afrikalılarda “O kadar hızlı geldik ki ruhlarımız arkada kaldı.” diye cevap veriyorlar. İçinde bulunduğumuz çağın teknolojik öğretileri sabrı öldürerek ruhlarla olan bağlantıyı koparıyor.
Teknolojik aletler maddi olduğundan dolayı insanların dengeli bir şekilde kullanmadığı her teknolojik alet onun bedenine yansıma yaparak hayatın anlamının maddesel ürünlerden geçtiğini yerleştiriyor. Bu yaşantıyı benimseyen insanlara baktığımızda bu durumu rahat bir şekilde görebilmemiz mümkündür. Hayatın anlamı onlar için son model araba, son model cep telefonundan geçer. Hayatları son modellerin, son trendlerin peşinde geçiyor. Kültürümüzde bir söz vardır “Dervişin fikri neyse zikri de odur.” diye. Yönelinen her madde içteki anlamsızlık canavarını besleyerek daha da büyümesine yol açıyor. Fikride o noktaya taşıyor.
Teknolojinin insan hayatına ve ruh dünyasına verdiği diğer zararı boş zaman oluşturmasında görebiliriz. Bütün sistemini teknolojik aletlerle işleten bir insanın boş zamanı çok olur. Modernizm’de insanın boş zamanının olması tehlikedir. İnsanın boş olunca etrafını vesveseler sararak ruhunu kemirmeye başlar. Umulmadık bir anda ruhun derinliklerine bir kurtçuk yumurtası yerleşiverir. Sonra bir bakarsınız ruhu kemirmeye başlamış. Bedendeki her belirti hastalık olarak algılanır. ‘Sıkıldım’ kelimesi yerleşir diline ne yapacağını bilemez. O zaman da her şeye açık hale gelir. Bir uzmanın da dediği gibi depresyon dediğimiz durum boş zamanları değerlendirememe sonucu oluşan bir sorundur.
Tüm bu anlattıklarımızdan yola çıkarak diyebiliriz ki dengeli bir şekilde kullanılmayan teknoloji insanın ruh dünyasına etki ederek içinde bulunduğu hayat düzeninin bozulmasına neden olur. Girilen internet ortamlarında insan kimliksiz anonim olduğundan her türlü kılığa, kişiliğe girmeyi öğrenir. Kişiliğe yeni yeni olumsuz parçalar eklemeyi öğrenir. Yalancı olur, sapık olur, dolandırıcı olur, bağımlı olur. Hangi bağımlılık var ki insana güzellikler getirsin. O zaman bedensel ve psikolojik yıkım başlar. Bunlar yaşanırken nefsin ele geçirdiği tüm beden onun kölesi, askeri durumuna gelir. Nefsin denetim altına aldığı beden artık sahibine itaat etmez. Zevkin hazzın peşine düşmeye başlar, artık orada anlam arar. Ruhuyla olan bağı zayıflar. Sonuçta evliyse yuvası yıkılır. Öğrenciyse sınıfta kalır. Esnafsa iflas eder. Hayat yolculuğunda sağlıklı bir şekilde yerine getirilemeyen her görev ruha eziyet verir. Bedenle uzlaşılmasını engeller. Denetimsiz bir şekilde teknoloji dünyasına atılan her adım, insanın yalnız kalmasını hızlandırır. İnsan teknolojiyi denetimsiz bir şekilde kötü kullandıkça susuzluğunu gidermek için içinde su olduğunu düşündüğü derin ve karanlık kuyuya biraz daha dalar. Her dalmada su umudu biraz daha artar. Fakat onu bekleyen bir sonuç vardır ki o da orada suyun olmadığıdır.
Anlatılanlardan çıkarılabilecek sonuç; teknolojik aletleri hiç kullanmamamız mı gerekir? Böyle bir durumu insan hayatına geçirmek imkânsız. Teknoloji tamamen zararlıdır demek eksik bir tespit olur. Kapıyı açarsınız teknoloji, pencereyi açarsınız teknoloji. Çevremizi çepeçevre saran bir şeyden kaçmanın bir anlamı yok. Kaçılamayan bir durumla uzlaşılması onun denetim altına alınması gerekir. İnsan hayatına dengeli olarak yerleştirilen her üründen insan fayda görür. Evinizin bahçesinde bir üzüm asması olduğunu hayal edin. Onunla dengeli ve yeter ölçüde ilgilenirseniz üzümünü yer, yaprağından sarma sarar, bedeninden bahçenizde gölgelik yaparsınız. Dengeli olarak ilgilenmezseniz pencerenizi sarar, içeri oksijen girişini engeller. İnsan teknolojik aletleri kullanırken bir ip cambazının ip üzerinde dengede durması gibi dengede durmalıdır. Dengesiz bir kullanımda bir tarafa yatmasını ve derin uçurumlara düşmesi hızlanır. Dengede durularak yola devam etme durumu ise insanı varması gereken yere götürür.
İnsan saatlerce televizyon başında film seyrediyor, saatlerce internette dolaşıyor, saatlerce telefon görüşmesi yapıyor ve oluşan bu durumun kendi dünyasına verdiği hasarı fark edip kurtulmak istiyorsa ne yapmalı? Bunun farkına varan ve yaşama yeni bir düzen getirme girişiminde bulunan insan yolun çoğunu kat etmiştir. Dış çevre böylesi bir durum karşısında başkası adına karar veriyorsa ve karar verilen durum sorun olarak görülmüyorsa yol alınması zordur.
Bir insan durumu kontrol altına almak istiyorsa öncelikle teknolojik aletlerin hayatında kaç saat varlığını sürdürdüğü tespitiyle işe başlamalıdır. Günlük gözlemler yapıp, çeteleler tutup hangisinin kaç saat hayatında yer edindiğini belirlemelidir. Sonra ise kaç saat olması gerektiği hakkında karar almalı ve aşama aşama uygulamalıdır. Hiçbir alışkanlık birden bire insanın hayatına girmediği gibi birden bire de çıkarılamaz. ‘Ben bugüne kadar günlük olarak şu kadar saat internette dolaşıyordum yarından itibaren bir daha girmeyeceğim, dolaşmayacağım.’ demek insanın birden bire boşa düşmesine yol açar. Oluşan boşluğun da nelerle dolacağı bilinmez. Kullanılan teknolojik aletler 8 saatten 2 saate indirilmek isteniyorsa bu kullanım günbegün düşürülmelidir. Bugün 8 saat, yarın 7 saat, birkaç gün sonra 6 saat… şeklinde gerçekleştirilmelidir. Hastanelerde yapılan iğnenin bir anda vurulması ve bir anda vücuttan çekilmesi durumunun insana zarar verdiği gibi teknoloji alışkanlıkları da bir anda hayattan çıkarmak zarar verir. Belli bir plan dahilinde aşama aşama gerçekleştirilmelidir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır ki o da boşa düşürülen zamanlarda neler yapılacağıdır. 8 saatten 7 saate düşürülen internet kullanımında kalan 1 saatte insan ne yapacağını kararlaştırırsa ve yapacağı faaliyet sevilen bir aktivite olursa tekrar internet ve televizyona dönüş azalır. Üzerinde çiviler bulunan tahtadan çivi çekmek gibi düşünülmelidir. Çekilen her çivinin boşluğunu hissetmemek için yerine başka bir çivi çakılmalıdır. Bu çivinin hayata anlam katacak bir çivi olması gerekir. (Spor yapmak, arkadaş ziyareti, kitap okumak, hobi bahçesi…) Oluşan bu boşluklar doldurulamadığı durumlarda ise sahne tekrar kurulup alışkanlık haline getirilen rol tekrar oynanmaya başlayacaktır. O zaman ise bedensel ve ruhsal olarak rahat edilemeyen hayata geri yönelimin gerçekleşme ihtimali artacaktır.

Tüm hakları mahfuzdur. Murat İDİN’in “Diriliş Terapisi” kitabından alınmıştır. Site kaynağı ve isim gösterilmeden alıntı yapılamaz.

 


Verdiğimiz Hizmetler: Adana da Psikolog, Adana da Aile Danışmanı, Adana da Evlilik Terapisi, Adana da Ergen Terapisi, Adana da Çocuk Psikologu, Adana da Pedagog Hizmeti, Bireysel Terapi, Psikolojik Kökenli Bozukluklar için Cinsel Terapi, Tüm Dünyaya Yönelik Online Terapi Hizmetleri, Psikolojik Gelişimsel Testler, Öğrenci koçluğu ve Eğitim Danışmanlığı, Belediye ve Sivil Toplum Kuruluşları İçin  Seminer ve Konferans Çalışmaları